16 Ocak 2014

YEDİGÖLLER ve KIZÇELER


           Şans mıdır kısmet midir bilmiyorum ama Yedigöller'e iki kez gittim ve ikisinde de  en azından kendi içimde donma tehlikesi geçirdim :))  Benim için Bolu çevresi  bahar anlamına geliyor.  ilk ya da son bahar. iki mevsimde de görülmeye değer sarı  huzur ile dolu.
               Kızçelerden en bıcırığı olan Selda  hanım kzımızın "anadolu gezginleri"  fotoğraf klubü aktivetisi ile 6 kızçe yola düştük. 1 otobüs 2 servis dolusu birbirini hiç tanımayan kişilerden  oluşan bu gezii anlamsız uzun bir  yolculukla başladı.
        Akşam 23:30'de hareket ettik ve sabah 05:30'da orada olmak için oyalanarak, 1 saat arayla mola verip, korkunç bir müzik eşliğinde yola düştük. Araç buz gibiydi, Çiğdem ve  ben birbirimize sokulup kedi gibi ısınmaya çalıştık derken fırından yeni çıkmış sıcacık ekmek poşetleri bizim servise verilince mis gibi sıcak hamur kokusu ile içimiz ısınarak yolumuza  devam ettik.











           Gün daha yeni doğuyorken biz  Yedigöller 'e ulaştık . Arabada tipik kız hararetleri ile  hazırlandıktan sonra servisten inip mis gibi oksijen soluduk, sonra  topluca tüm ekip,  upuzun bir sofrada titreyerek kahvaltı yaptık. Kaç kat vardı üzerimde bilmiyorum ama ayaklarımı hissetmiyordum. Bu arada sofradaki  en lezzetli şey  bıcırık Seloş'un az  yanmış un kurabiyeleriydi ;) 
           Hava buz gibiydi ama bir süre sonra, gölün üzerine inmiş sis, gölgelerin renkleri, yaprakların tablo misali duruşları, birde odun ateşinde pişmiş çayın tadı soğuğu unutturmaya yetiyordu.   
Kızlarla  göl etrafında  tur atıp, hareket ettikçe ısınalım dedik. Ormanda yürümek zeten çok keyifli bir duygudur ya, o renkli yaprakların üzerinde sis arasında yürümek ondan daha da huzurlu ve zevkliydi. Selda,ben, Pınar ve Şengül  18 yıllık dostlarız,  yani bir çocuğun ergenlik yaşına eşit  bu birliktelik ile ergenliğimizi geçirdiğimiz günlerde gittiğimiz pikniklerdeki gibi  gibi neşeyle
atladık, zıpladık, hopladık, güldük.Tabi bu çekirdek kadroya  iki tane de  çok tatlı kızçe dahil olmuştu.                                  
 Yedi gölün 2.'si, 3.'sü, minicik şelalesi derken öğlen oldu ve öyle bir güneş doğdu ki yürüyüş sırasında üzerimizde lahana görevi gören kıyafetleri yavaş yavaş soyup açılmaya başladık.  En tepede 3. Gölün kenarında yeşilliğe uzanıp uyuduk, yandık :)
       Öğle vaktinin mide çınlaması ile diğer kamp arkadaşlarımızın yanına döndük. Bir de ne görelim; çoktan  mangallar hazırlanmış,  herkes yemeğe başlamış, bir köşede gitar çalanlar, diğer köşede bağlama çalıp türkü söyleyenler, konuşmalar... ekmek arası sucuk keyfi hiç birşeye benzemez diye biraz uzaklaşıp sohbet eşliğinde kızçelerle karnımızı doyurduk.   Uzaktan bir yerden yarım şarkılı akordiyon sesi geliyordu ama çalanı görmüyorduk. Zaten her şarkı da  yarıda kesiliyordu.
 Biz portre çekimi için Çiğdem ile dağ bayır tırmanıp çalışırken onca karmaşık sesin içinden o  billur gibi, süt gibi, su gibi bir ses tekrar  yükseldi.
 Ne gitar ne de bağlama çalanların etrafında toplanan kalabalıkların ortak şarkı sesi o akordiyona eşlik eden sesi bastıramıyordu. Çiğdem'le pılımızı pırtımızı toplayıp önce diğer kızları bulup sonra da o yetenekli müzisyeni bulalım dedik ki bizim kızları tam da o akordiyonun karşısında bulduk. Ben etkileyici şeyler karşısında derin bir hipnoz seansına bağlandığım için gözlerim kocaman açılmış, yüzümde yine o gitmeyen sırıtma hali ile dünyanın ennn tatlı 70'lik genç, uzun sürelik dostların karşılarına oturduk.
          Hiç biriyle tanışmadan oturduğum şarkı muhabbetinin ortasında  bir baktım kucağımda repertuar dosyası, makamlara göre ayrılmış yüzlerce şarkı sözü ve bir parça seçiyorum ve  akordiyonla bütünleşmiş sevgili Ata Abi'de şarkıyı söylüyor. 5-6 kişilik bir gruptu onlar, göl üstünde gözlem noktasına rakı sofrası kurmuşlar, saçlar bembeyaz ama gözler 5 yaşında, içlerinde bir tanecik prenses ve diğerleri birer bey efendi. "Ayrılııııık", diye Azeri bir parçayı bitirdik ki  Ata abi  bize dönüp "cağ  nedir bilir misiniz ?",dedi. "Çok bilmişin başkanı olarak "evet, Batman'ın sason ilçesinde dağlarda yetişen bir bitki", dedim :))) bir kahkaha patlattılar, "evet evet saçma oldu", diye düşünürken "size gösterelim bir daha da unutmazsınız Çağ'ı"dediler.  Ve akordiyon neşeli neşeli tekrar başladı. Hava karardıkça soğudu, soğudukça o insanlar ile kurduğumuz bağın sıcaklığı sessizce hepimizi ısıttı ve ayrılık vakti geldi. Ata abi : "biz her sene 10 Kasım'da buraya geliyoruz yıllardır, yalnız daha kalabalık bir gruptuk biz, arkadaşlarımız öldü biz de her ölenin toprağını o sene getiriyoruz yanımızda bir de 10 kasa  rakı :) seneye de burdayız, tekrar görüşürüz", dedi. Büyülenmiş 6 kızçe servisimize binip dönüş yoluna geçtik ve seneye 10 Kasım'da tekrar gitmek için inşallah dedik :))  

2 yorum: