28 Ekim 2013

YUNANİSTAN / METEORA

  

ÖZET
*çok uzun bir yolculuk özel araçla gitmek mantıklı
*yemek sıkıntısı yok, süper lezzetliler
*en az 2-3 gün ayırmak gerekir
* oda fiyatları 10-40 euroya temiz oteller var.
*plastik şişede beyaz şarap alın 2-3 Euro
* çok misafirperverler
*Larissa'ya kadar metro turizmin seferi var
* spor ayakkabı, manastır olduğu için uygun kıyafet gerekiyor.
            6 aylık shengen vizesinin vermiş olduğu huzurla gezdiğim yerlerden biri de Yunanistan. ama çok kısa ve hızlı bir gezi oldu bu. Barselona yol arkadaşım Siboş, kuzenim Seda, Edirne'ye ablama misafirliğe gitmiştik. "Hadi gidelim mi Yunanistan'a", "gidelim", diye hızlı bir karar ardından, Edirne'den birgün sonra sabah sınır kapısına kadar bizi götürmesi için  korsan bir taksi ile anlaştık, adam 60 tlye pazarlıkla bizi götüreceğini söyledi ve  sabah 05:45 gibi anlaştık adamla. Gideceğimiz netleşince keyiflendik,  eniştem Fırat, ablam Sibel, Seda ve Siboş kendimize bir  kazan dolusu ama bildiğiniz kazan,  sangria içki hazırladık, dolapta buz gibi soğuttuk, başladık masa sohbetine.
       Fırat hepimize tarot baktı, oldukça ilginçti :) eşi Sibel'e ufukta yeni büyük bir aşk var, deyince bize söylediklerinin çıkmayacağını anlamış olduk :)) cadılar toplantısının kazanı dibine yaklaştıkça hipnoz seansına geçelim dedik ve benim gittiğim 3 geçmiş  yaşamdan, bir kapı çarpması ile silkelenip,  "kalk kalk 2 saat sonra yolculuk var" sesi ile kendime geldim. gerçekten sadece 2 saat uyuyup uyandık,  Siboş ve ben yola çıkıyorduk, birgün önceden anlaştığımız taksiciyi aradık. Aradık, aradık, aradık.... 5. kez aradık, 10.'da açtı "100 tlden aşağı götürmem", dedi, telefonu okkalı sözlerle yüzüne kapatıp, evin önündeki durak taksisine gittik. 20 tl'ye amcam bizi 10 dakikada sınıra götürdü.
            Türkiye tarafında  pasaport kontrol  işlemi 2 dk sürdü, yürüyerek 6-7 dakikade Yunanistan tarafına geçtik orada da vize kontrolü 5 dk. sürdü- sürmedi derken baktık toplam 15 dk sonra yunan köyündeyiz. Sanırsınız  Bodrum Gümüşlük :) beyaz evler, tatil yeri gibi, yaşlı yaşlı insanlar. Bize geleceğini söyleyip gelmeyen taksici yüzünden vakit kaybedince, bulunduğumuz köyden  sabah 7:00'de hareket edecek Selanik otobüsünün arkasından koşup yetişemeyince el salladık.  
     Diğer otobüs ne zamandı hatırlamıyorum ama hatırladığım, bizim için çok vakit kaybı demek olduğuydu, Türkiye tarafından gelen ilk özel aracı durdurduk. 40-50 yaşlarında evli bir çift Kavala'ya gidiyorlarmış, belki otobüsü bir yerden yakalarız dediler, araca bindik, otobüsün tozu bile yoktu yolda, yollarımız  çok zıt olduğundan  dolayı bizi 2 saat sonra, bildiğiniz  otoban cepkeninde indirdiler. birsürü  Alamancı Türkiye'li, araçlarının yanına,yerlere uzanmışlardı, araçları tıkış tıkıştı, onlara sormadık bile, bizi vahşi kurtlar yese daha iyiydi :) devasa bir tır vardı, önce hiç oralı olmadık 15 dk. geçip hiç araba yanaşmayınca, gidip adama derdimizi anlatmaya çalıştık. adamın da yolu bize çok tersti. biz Larissa'ya ulaşmaya çalışıyorduk. Larissa'ya gitmek için de önce Selanik'e ulaşmak gerekiyordu. "uleeeen şimdi burada ne yapacağız, kaldık mı otobanda", derken son model bir Mercedes ile 60-70 yaşlarında bir amca geldi, hiç bizden taraf olmadı, arabadan indi, lavaboya gitti, biz Sibel'le kapıda çölde su bulmuş gibi sevinçle amcayı bekledik, çıktığında konuşmaya çalıştık ama İngilizce bilmiyordu :S anlaştığımız tek kelime Selanik oldu.
adamcağız, kararsız, bizi arabaya alıp almamayı düşünürken biz arabaya bindik bile :) amca önde biz son model arabanın arkasına kurulmanın konforu ile yaklaşık 8 saat daha yol gittik ki amca bildiğiniz hızlı şofördü.  
Yol kenarında güzel bir cafe'de ihtiyaç molası verdik,    bize kahve ısmarladı ve eşinin, kızlarının fotoğraflarını gösterdi. kızını aradı, sibelle konuşturdu. Sibel Meteora'ya gitmeye çalıştığımızı anlattı kıza, tekrar babasına verdik teli, aramızda köprü oluşturan marialena bizi Selanik'te bekliyordu. aynı Türkiyeliler gibiler, çok misafirperverler.
 Bizi kesinlikle yemek yemeden bırakmayacaklarını söylediler, Selanikte bir restauranta gittik, hani türk yemeği diye geçen birçok yemek Yunanistanda aynı isimle bulunuyor ve Türkiye de o lezzet imkansız :)) yani en azından Türkiye'de ev yemekleri yapan lokantalarda o tadı bulmak imkansız. İnanılmaz tatlı insanlardı, Marialena ısrarla bize sevgilisiyle yaşadığı evi göstermek istediğini söylediğinde, "sanırım sonumuz geldi" ,dedik :)))   Marialena'nın evi çok şirindi, duvarları fotoğraflarla doluydu. bizi tekrar babası Dimitri'ye emanet etti, Sibel, ben ve Dimitri tekrar yollara düştük. 1 saat daha Larissa'ya vardıktan sonra Dimitri bizi otobüs terminaline bırakıp, aracını parkedip, gideceğizimiz otobüsü bulana kadar bizden ayrılmadı,  inanılmaz iyi bir insandı.
                 Dimitri ile vedalaştıktan sonra otobüsle Larissa'dan- Trikana'ya  (6.30 Euro), 1 saat sürecek yolculuğa başladık, ardından tekrar  Trikana'dan- Kanamnaka'ya (2.30 Euro)  30- 45  dklık bir yol için yeniden otobüse bindik ve sonunda Meteora'nın eteklerindeki kasabaya ulaştık. Heybetli kara kayaların ortasına kurulmuş çok sakin bir kasabaydı. isteyen Otobüsten merkezde iniyordu ama biz biraz daha meteora 'ya yakın olan bölgede kalmak istiyorduk. otobüs oraya girdiği anda bile çok etkileniyorsunuz. 2- 3 kamp ve  otele girip çıktık. Kampta kişi başı 7-10 euro' ya  karavanda kalabiliyorduk ama gittiğimiz dönem ağustos olduğundan, hava kaynıyordu, karavanın içi çok sıcaktı ve banyo tuvalet ortak kullanım alanındaydı, biz önce olur diye verdiğimiz pasaportlarımızı hızla alıp kampın tam karşısında,  beyaz iki katlı şirin bir otel bulduk.

 İçeride yine 70'in üzerinde, yaşlı, huysuz bir amca vardı ama aşırı tatlıydı bence. bizimle Fransızca konuşmak istiyordu ve bilmediğimiz için gıcık davranıyordu, kesinlikle İngilizce konuşmuyordu. pazarlıkla 30 Euro oda fiyatı için anlaştık. temiz oda, banyo ve yatakları vardı. Adalardaki otellere benziyor, bir kısmı ahşap. akşam yürüyün foto çekin diye işaretlerle  azarladı bizi :) hatta Siboş ve ben nerde yürüsek diye bakarken.  elimi tutup, söylene söylene, homurdana homurdana otelin arkasından bir patika yola çıkardı, Siboş arkadan can havliyle koşuyordu :)) Amcanın en tatlı tarafı bizi fırçalayıp, çaktırmadan, olmayan bıyığının altından gülümseyip bizi sevdiğini belli eden tavırlarıydı. otelin adresini buradan bulabilirsiniz  : http://hotelfrance-kalampaka.com/
                  hava kararana kadar yürüdüğümüz patika harikaydı, bol ışıklı şehri takip ederek yürüyerek, yemek yemek için merkeze indik.  güzel birer ızgara tabağı, yunan mezeleri, ben şarap, Siboş ouzo eşliğinde çok güzel yemek yedik. bugüne kadar yurtdışında yemek konusunda zorlanmanın ötesinde,  Türkiye'den daha başarılı bulduğum ülke Yunanistan oldu.  Ev yapımı kırmızı ve özellikle beyaz şarapları mükemmel.  yemeğimizi yedikten sonra tekrar küçük kasaba içinde kaybolmadan otelimizi bulduk, huysuza Şirin'e "iyi geceler", deyip, tüm günün yorgunluğu ile uyuduk. Sabah 7 gibi otelden çıkıp, gündüz gözü ile kasaba turu atıp, fırından  gözümüzün önünde dumanıyla çıkan çörek ve poğaçalardan alıp bir yol kahvesinde oturup çay eşliğinde kahvaltımız yaptık. Meteora 'ya çıkmak için taksi gerekiyordu, orada 2 turist kadınla anlaşıp 4 kişi ortak taksi tuttuk. kişi başı 2-3 euro'ydu sanırım. 
        uçurum kenarlarında, olağanca şaşaalarıyla, mükemmel görünen Manastırlar bölgesine girdik. şuan ziyaret edilen 12'ydi galiba, emin değilim, sıcağı sıcağına yazmadığım için unutuyorum. biz 3 tanesini gezebildik akşama kadar. içleri mükemmel,  duvarlara işlenmiş  dini motifler mükemmel.  Bilim adamlarının ve din adamlarının katledildikleri zamanlarda en yüksek kaya tepelerine kartal yuvaları gibi inşa edilen bu manastırlar beni öyle etkilediki, eğitim ve araştırma için bir süre kalıp-kalamayacağımı söyledim, manastırda kalamazsınız dediler :)) ama okul vs. olmasaydı, karavan'da kalıp her gün manastırlara çıkıp onları bıktırana kadar " beni kabul eder misiniz?" ,diye baskı yapabilirdim ama ne yazık ki hayattaki mecburiyetler isteklerimden daha ağır basıyor. herbir manastıra girmek 2 Euro falan.  Yaşadıkları yerler, kapları, kacakları, kıyafetleri, kitapları, el yazmaları, icatları, iskeletleri, kafatasları ile görülmeye değer.
  Dönüş için meteora'dan otobüse binip bizi 5 dk beklemelerini rica ettik. resepsiyona bıraktığımız eşyalarımızı alıp otobüs çarşıya indik, biletlerimizi aldık, çok güzel bir restaurantta yemek yedik. adını bilmiyorum ama aşağı bir fotoğraf koyacağım belki oradan bulursunuz. oturma masaları dışında içeride başka bir salonda mutfak yapmışlar, koca tencerelerle 4-5 kadın sırada bekleyenlerin tabaklarına yemek dolduruyor, elleri çok bol, yemek seçeneğide çok ve fiyatları kesinlikle yediğiniz yemeğe göre çok uygun.  Kuzu tandıra benzettiğiniz yemeği yiyin kesinlikle, etleri acayip yumuşak, bildiğiniz lokum, yanına sebze yemeği, şarabınız 10-15 eurodan fazla ödemezsiniz.  Ve onların bir  porsiyonu bizim iki porsiyona eşit. 
 Tekrardan ordan oraya yapacağımız bir sürü aktarma başlıyor. Larissa ya da Selanik'ti Metro turizmin otobüsüne bilet aldık, ama yer sıkıntısı oluyor biz zor bulduk. kişi başı 90 tl'ye aldığımız dönüş biletleri ile İstanbul yolculuğumuz başladı. Kapı, kontrol  çilesini saymazsak süperdi. otobüsle dönüyorsanız, oranın marketlerinden içkinizi alın, sırtçantanıza koyun, sonra isterseniz dutty free'den de 3 tane alma hakkınızı alırsınız. Ben şarapta Rose severim ama Yunanistan'da marketten deneyelim diye aldığım plastik şeffaf şişe içindeki beyaz şarap harikaydı. plastikte diye hiç içesim gelmiyordu, kardeşimin nişanında, şaraplar bitince onu açalım dedim, amcamlar, " Ebru senin zulan vardır, bu şaraptan yok mu kızım daha, hangi markanın şarabı bu ?", diye peşime düştüler :))  Meteora'ya en az 2 gece 3 gün diyorum :) sevgiler...
 

4 yorum:

  1. gerçekten macera dolu bir gezi omuş....

    YanıtlaSil
  2. Her yolculuğumuz gibi :)) bela çekiyorum sanırım ama neyseki tatlı belalar

    YanıtlaSil
  3. ne kadar ilginç br yer..hemen yazıyorum defterime :)

    YanıtlaSil
  4. Gerçekten görülmeye değer bir yer :)

    YanıtlaSil